Header Ads

Son Yazılar
recent

Birhan Keskin Bir Soğuk Kazı Hikayesi



BİRHAN KESKİN

Bir “Soğuk Kazı” hikâyesi…
"Yol” yayımlandıktan sonra yazdığım ilk şiir “Suyun Üstünü Kaplayan Şeyler” adını taşıyordu. Bazen -her zaman değil ama- bir şiiri niçin yazdığınızı bilemediğiniz olur. O şiirin bilinç sınırları içinde ne söylediğini pek de bilemezsiniz. Bu türden bir şeydi “Suyun Üstünü Kaplayan Şeyler”. Bir rüyanın alanında, bilincin dışından ya da altından gelen bir şey… Bununla birlikte çok net bir şey söylüyordu: “Tabiatın kanunlarına alışamadım ben” diyordu.  Hemen sonrasında da “Tüf” şiirini yazdım. Ardından  “Pu'u O'o” şiirini. Özellikle bu iki şiirle birlikte, sisli bir şekilde de olsa, anladım ki yeni kitap soğumaya ve katılaşmaya dair olacaktı.
 Hemen her kitap özelinde şiirlerin ortak bir omurgaya oturmasını dileyen benim gibi bir şair için, yeni bir kitapta ana omurganın ne olacağının üç aşağı beş yukarı bilinmesi önemlidir. Öyle ki, bu omurgaya giremeyecek şiirler daha başından kapımı çalmasınlar. Gel gör ki; ilk kez yazdığım şiirler iki ayrı kanalda akıyor ve sanki aynı omurgaya oturacak gibi görünmüyordu.
Ülkeden ve dünyadan sıkılmak
Soğuk Kazı'nın şiirleri çoğaldıkça, sıra sıra yerlerine dizilirken, iki gözümün iki ayrı yere (içeri ve dışarı) baktığını düşünüyordum. Şiirler çoğaldıkça bir kısmını “Bir Ayrılık”, bir kısmını da “Dünyanın Katı Huyu” dediğim bir diğer dosyada tutuyordum. Bu dünyadan da yaşadığımız ülkeden de çok sıkıldığımı şiddetle kavradığım bir dönemdi. Yazdığım, kazdığım ve kanunu hiç değişmeyen bu boktan dünyadan çok ama çok sıkılmıştım.
 Bu arada bütün bu dönem boyunca rutin olarak yaptığım bazı şeyler vardı, gündelik hayatı oyalamaya, beni sokağa çıkarmaya gücü yeten tek şey, bir fotoğraf makinesiydi. Elimde bir makine, Haliç kıyıları, Karaköy, Eminönü değişmez güzergâhım oldu üç dört yıl boyunca. Oralarda tekrar tekrar aynı manzaraları görmenin, aynı kuşlara aynı suya, birbirinin tekrarı günlere bakmanın, o kalabalıkların ya da tenhaların içinde dolanmanın ne anlama geldiğini sormadım bile kendime. Sadece tekrar tekrar bunu yapıyordum. Bazen bir çeşit terapi sanıyordum bunu.
 Ben şehrin belli köşelerinde, kıyılarında sıkıntılı bir serseri gibi dolaşırken, kendi dünyam diye bir şey artık neredeyse yok gibiyken yazıldı Soğuk Kazı kitabının büyükçe bölümü. Dünyada şehirler bombalanırken, insanlar kitleler halinde ölürken, büyük depremler olurken, yoksulların bakışlarındaki dalgınlık giderek artarken. Çocuklar taciz edilirken, öldürülürken henüz ne olduğunu bile anlayamadan hayatın. Sulukule'den Romanlar sürülürken. Memleketin bir yerlerinde ha bire mayınlara basan gövdeler havaya uçarken. Dünya ekonomik bir krize girerken, insan ağaçları, kuşları, tabiatın bütün varlıklarını zerre kadar iplemezken ve zaten başından beri onların hayat hakkına saygı duymazken. Sokakta arkamıza bir tinerci çocuk soğuk bıçağını dayarken.
 Velhasılı kelam dünya o kadar kötüyken. Televizyon ve medya kişileri bitmek bilmeyen bir şehvetle konuşurken, hiç susmazlarken, sonunda bunu bir modaya dönüştürmüşlerken ve bütün bu konuşmalar, yazılar hiçbir yaraya derman olmazken.
 Bir gün baktım ki, insana dair içimdeki ateş sönüyordu, dünya katılaşıyordu... Sıra sıra yazdığım şiirlerin iki ayrı kitap olduğunu düşünüp durdum dedim ya çoğu vakit... Sonunda bir gün, aslında başından beri bildiğim o şeyi bildim. İki kanaldan ilerliyormuş gibi duran bu  kitap aslında tek bir kitaptı. Çünkü içeriyi de dışarıyı da yazsa aynı yerde takılıyordu. İnsanın binlerce yıldır hiç değişmeyen oluşuna bakıyordu. Körlüğüne, kötücüllüğüne, çıkarcılığına, tüccarlığına, bencilliğine, ihanetine.
Dünyanın katı huyu
Bütün insanlığın, tarihlerden beri bir arpa boyu yol aldığını, sonra o arpa boyu yolu geri döndüğümüzü düşündüm. Dilerim bir kez daha bunca yorucu bir kitap yazmam.
Sonuçta kitabı şöyle çattım: Birinci perde “Soğuk Kazı” adını aldı, ikinci perde “Dünyanın Katı Huyu”, üçüncü ve son bölümde de hepimizin topluca fotoğrafa durduğu bir kule inşa ettim. Ki onun da adı “Soğuk Kazı” oldu.
     Bunca soğumadan ve katılıktan bahseden bu kitabı, hayatlarımızda ılık bir iklim gibi değerli olan arkadaşlığa, arkadaşlarıma, ama özellikle bu dönemin en yakın şahidi ‘fışfışım' Figen Şakacı'ya adadım.


Hiç yorum yok:

'; (function() { var dsq = document.createElement('script'); dsq.type = 'text/javascript'; dsq.async = true; dsq.src = '//' + disqus_shortname + '.disqus.com/embed.js'; (document.getElementsByTagName('head')[0] || document.getElementsByTagName('body')[0]).appendChild(dsq); })();
Blogger tarafından desteklenmektedir.