Hayder Ergülen 40 Şiir ve Bir Hikaye
HAYDAR ERGÜLEN
40 Şiir ve Bir... hikâye!
"Şiir Atı"
O günlerde şair arkadaşım Osman Hakan A., Türkiye'deydi, Kanada'ya gitmesine daha birkaç yıl vardı. V.B. Bayrıl, Seyhan Erözçelik, Ali Günvar ve Osman Hakan A. ile birlikte 7 sayı çıkardığımız Şiir Atı dergisinin, çıkamadığı için bir ‘kayıp efsane' niteliği kazanan 8-9-10. sayılarını hem birlikte hep birlikte hazırlamıştık. Üç sayıyı bir arada çıkaracak, 10. ve sonuncu bu sayıyla birlikte Şiir Atı'nın kulvardan çekildiğini de açıklayacaktık. Olmadı. Yazılarını topladığımız, dizgisini yaptığımız, o dönemde Türk şiirinin neredeyse bütün taraflarını, irili-ufaklı tüm şairlerini, eğilimlerini bir araya getirdiğimiz 650 sayfalık bu dev külliyat elimizde kaldı, elimiz böğrümüzde kaldı. Reklamcılığın şiire zararları diyelim, pratik olarak dergiyle, basımıyla uğraşanlardan, Bahadır, Seyhan ve ben, reklam yazarıydık ve o sayıyı çıkaramadık, vuslat bir başka bahara bile değil tarihe gömülü kaldı!
O günlerde şair arkadaşım Osman Hakan A., Türkiye'deydi, Kanada'ya gitmesine daha birkaç yıl vardı. V.B. Bayrıl, Seyhan Erözçelik, Ali Günvar ve Osman Hakan A. ile birlikte 7 sayı çıkardığımız Şiir Atı dergisinin, çıkamadığı için bir ‘kayıp efsane' niteliği kazanan 8-9-10. sayılarını hem birlikte hep birlikte hazırlamıştık. Üç sayıyı bir arada çıkaracak, 10. ve sonuncu bu sayıyla birlikte Şiir Atı'nın kulvardan çekildiğini de açıklayacaktık. Olmadı. Yazılarını topladığımız, dizgisini yaptığımız, o dönemde Türk şiirinin neredeyse bütün taraflarını, irili-ufaklı tüm şairlerini, eğilimlerini bir araya getirdiğimiz 650 sayfalık bu dev külliyat elimizde kaldı, elimiz böğrümüzde kaldı. Reklamcılığın şiire zararları diyelim, pratik olarak dergiyle, basımıyla uğraşanlardan, Bahadır, Seyhan ve ben, reklam yazarıydık ve o sayıyı çıkaramadık, vuslat bir başka bahara bile değil tarihe gömülü kaldı!
Eskiden Terzi
O günlerde, 1996, cep telefonu yoktu, bir
cuma akşamıydı sanırım, Osman Hakan A. aradı, "Bütün akşam evde
misin?" dedi, "Evdeyim" dedim, "Bir yere çıkma, sana bir
haber ileteceğim." dedi, "Çıkmam ama ne haberi?" dedim,
"Ben de bilmiyorum daha." dedi. Biraz düşündüysem de ne olabileceğini
bulamadım. Bütün gece bekledim, lakin ne Osman Hakan aradı ne de bir başkası.
Cuma geceleri kimse kimseyi aramaz, eskiden bilirim.
Ertesi sabah Osman Hakan mı aradı, ben mi
hatırlamıyorum. Anlattı: Benim 1995'te Şiir Atı Yayınları'ndan çıkan Eskiden
Terzi kitabımı, benden habersiz, sürpriz olsun diye, Vural Bahadır Bayrıl'la
birlikte Behçet Necatigil Şiir Ödülü'ne göndermişler, önceki akşam da jüri
toplantısı varmış, seçilseymişim, beni arayacaklarmış! Metin Cengiz'in Şarkılar
Kitabı kazanmış. Dedim ki, "Hakan iyi ki kazanamamışım", çünkü hem
ödüllere karşı olduğum, hiçbir ödüle katılmadığım yıllar hem de Necatigil Ödülü
verilince, insan ödüllere karşı olsa bile nasıl almamazlık edebilir,
Türkiye'nin en saygın şiir ödülü. Metin Cengiz de hem sevdiğim bir arkadaşım
hem de sevdiğim bir şair, böylece hiç üzülmeden iki kere sevindim!
40 Şiir ve...
Eskiden Terzi kitabıyla aynı zamanda
hayatımda da bir dönem kapanıyordu, 39 yaşındayken yayımlamıştım onu, 40
yaşımdaydım ve artık ‘olgun'laşmam gerekiyordu. Gerçi 40'ın Farsçadaki
karşılığı ‘çile'ymiş, ama kültürümüzde de hem olgunluk hem de insanın yaptığı
işleri, uğraştığı şeyleri en dolu, en yoğun yapması, daha yükseğe çıkarması
anlamına da gelir, ki herhalde bu da bir ‘çile'nin, sabrın sonucudur.
Dervişlerin çile doldurmak için ıssız bir yerde yaptıkları 40 günlük ibadetten
geliyormuş çile. Eh benimki de şiir yolunda 40 yıllık bir çile, ibadet
sayılırdı herhalde. Üstelik bu his, yani ‘olgunlaşma' gereği, kendiliğinden
düşmüştü içime. Demek ki bu 40 yaşına gelen herkesin de hissiyatı herhalde,
öyle olmalı ki ben de bundan nasibimi aldım. Ne yapabilirdim? Herhalde
reklamcılık için böyle bir başarı söz konusu olamazdı, olsa da benim pek
umrumda olmazdı, nihayet medar-ı maişet için yaptığım bir işti o. 1996'nın 25
Ekim'inde ikinci kez evlenmiştim ve bu kez daha iyi gidiyordu evliliğim.
Öyleyse diye düşündüm, sağlığım, keyfim, huzurum yerindeyken, yaş da ‘kemal'e
değilse bile 40'a ermiş iken, hem bir daha ne zaman 40 yaşında olacağım, hem
ikinci 40'ı ya görürüm ya görmem, hem de bir daha ne zaman vakit bulup da
geçmişe böyle uzun uzun bakacağım üstelik 40 da tam bunun içindir, dur, geçmişe
bir bak, bakalım oradan neler çıkacak?
Bir hikâye...
Reklam yazarıyım ya, onun da verdiği
kolaylıkla, oturdum, 40 yıldır beni etkileyen, üzen, sevindiren, güldüren,
ağlatan, uzaklaştıran, yakınlaştıran, değiştiren, şaşırtan, ezcümle bir insan
yaşamını belirleyen ne varsa onların bir dökümünü yaptım, yani bir anlamda
‘muhasebe' yaptım. 40 Şiir ve Bir... evet, çoğunlukla bir ‘şiir kitabı' olarak
okundu ama aslında bir ‘muhasebe kitabı'dır. Muhasabe deyince ticaret
anlayanlara göre değildir elbette. 100 civarında konu ve tema buldum, bunları
isim, sıfat ve kavram olarak yazdım. Yarısından çoğu birbirleriyle ilintili,
birbirlerinin içinde yer alabilir şeylerdi, sayıyı 40'a indirdim. Benden önce
başka şairlerin de yaptıkları gibi, ben de 40 yaşımda 40 şiir yazacaktım ve her
şiirin başlığı tek sözcükten ibaret olacaktı, Mavi, Komşu, Budala, Kâğıt, Nar,
Avlu, Adam, Haziran, Zeytin, Cumartesi, Behçet, İkindi...
Siparişleriniz itinayla yazılır!
Ya da ‘sipariş üzerine şiir yazılır'.
Zaman zaman kimi toplantılarda, şiir derslerinde biraz da uykuları açmak için
böyle söyleyince hemen tepkiyle karşılaşıyorum. 40 Şiir ve Bir... kitabımı da
bir bakıma sipariş üzerine yazdığımı anlatıyorum. ‘Sipariş' kelimesi tabii
şiirle yan yana geldiğinde, indirim, taksit, kredi, ihale filan gibi ticarî
sözcükleri de çağrıştırdığı için ilk elde yadırganıyor. Ben de o zaman ‘kendime
şiir ısmarladım' diyorum. Sonra da uzun uzun, aslında bu siparişin bize
verildiğini, bizim de doğuştan itibaren bu siparişleri yüklendiğimizi, şairin
başkalarından, varsa bir farkının, unutmamak için çabalayan kişi olduğunu, bir
bakıma da hepimizin yerine hatıralarımızı yazdığını, bunların vakanüvislerin
yazdığı gibi günün, tarihin anıları değil, daha çok ruhun hatıraları olduğunu,
iç yolculuktan çıkan seyahat yazıları olduğunu, o hatıraların tümüyle kişisel
olmayıp benzer ruhların paylaştığı tecrübeler ve duyarlıklar olduğunu, şairin o
ruhlar yerine söz aldığını, sözü de kaleme aldığını, böylece şiirin yalnızca
bir ‘elyazısı' değil, ‘alınyazısı', ‘ruhyazısı' da olduğunu, o yüzden de o
siparişi kendimize vermemizin yalnızca bizimle değil, hayatla, dünyayla,
hayatımızla, ruhumuzla, varlığımızla ve kuşkusuz bir o kadar da yokluğumuzla
ilgili olduğunu söylüyorum.
"Kırk şair birden olsam…"
"Kırk şair birden olsam, yazamam bir
hevesi". Kitabın sonundaki Heves şiiri bu dizeden ibarettir. 8 ay gibi bir
sürede, her akşam işten döner dönmez çay demleyerek, tabii zincirleme sigara
içerek, sabahlara kadar, yazarak bozarak, yeniden, ki bir şiiri kırk kez
yazdığım olmuştur, bitirdim kitabı. Şair arkadaşım Enver Ercan'ın Varlık'ta
başlattığı o güzel şiir dizisi içinde yerini aldı, kapağını da tasarımcı
arkadaşım Nazlı Ongan yaptı, ilkokul 3. sınıfta 10 Kasım'da Atatürk şiiri
okuduğum bir fotoğrafımı koydu kapağa, nadir çocukluk resimlerimden biri. Kitap
yayımlandı, karım "İdil'e, kırk yıl kadar kısa, kırk şiir kadar uzun bir
hevesle, bir aşkla" adadım. Ve ben onu bu kez Necatigil ödülüne gönderdim,
ödülü aldım. Sonra iki ödül daha aldı, hem en çok satılan, okunan ve galiba en
çok da beğenilen kitabım oldu.
Haydar Ergülen Tüm Yazıları |
Hiç yorum yok: