Nazan Bekiroğlu - Yağmur lügatçesi
Nazan Bekiroğlu - Yağmur lügatçesi
Yağmurun bazen ardı arkası kesilmeksizin, hiç ama hiç
durmaksızın 20-25 gün yağdığı, sokak aralarının bile rutubet koktuğu, yosun bağladığı,
şemsiyenin vücudun doğal bir uzvuna dönüştüğü bir memlekette nasıl olur da
yağmurun üç-beş ismi olabilir? Hepi topu sağanak, çise, bardaktan
boşanırcasına.
Çok zorlasam mevsimlerde genişleyen anlamlarla ya da ikinci bir
isimden medet umarak kurulan tamlamalarla birkaç tane daha: Ahmak ıslatan, yaz
yağmuru, nisan yağmuru, bahar yağmuru, kış yağmuru, kasım yağmuru, bir çokluk
ekinde ışıklanmış kırkikindi yağmurları.
Belki benim şu anda aklıma gelmeyen ya
da tümden cahili olduğum bir-iki isim daha. Çok az. Hani kelimeler hayata
aynaydı?
Hani hayatı kelimelerden okumak mümkündü en fazla? Hani, Eskimoların
dilinde kar yağışına, Fransızcada aşka, Kazakçada geyiğin farklı mevsimlerdeki
hüviyetine, Arapçada devenin her haline ilişkin otuzar civarında kelime vardı?
Öyle üç-beş kelimeye sığmaz, yağmur bu. Sabah yağanı akşam yağanı, kesilip de
başlayanı, durup durup yeniden yağanı var. Yağmazsa hatırlanmayanı, yağarsa
unutulmayanı. Ufukta görüneni, görünüp de gelmeyeni, ağırlaşmış bulutlardan ha
düştü ha düşeni var. Vaad edip de vermeyeni, başlayıp ardı arkası kesileni.
İçinden karanfil kokusu, fesleğen bahçesi, bahar dalı geçeni. Işıklı bahçelere
sicim sicim, iplik iplik ineni, elma çiçek vereni.
Ekim akşam üzeri
kaldırımlara ışık topları dökeni, kestanecilerin tebessümüne refakat edeni, bir
kucak nergise, beklenmedik bir hikâyeye bitişip de, yazdan sıyrılmış ruhlara
hayat vereni var.
Kasım başında sayılı gün fırtınasıyla kışa döneni. Kuru çınar
yapraklarına usul usul, iri iri düşüp ders böleni. Kül renkli ve adamakıllı
yabancı bir sonbahar içinde yol alırken kompartıman camlarından süzülüp süzülüp
ineni. Rüzgârın önünde savrula savrula yağması, yolda izde esip savurması var.
Yıldırımla, şimşekle, gök gürültüsüyle geleni, gelip de gitmeyeni, sessiz
sedasız başlayıp da bitmeyeni. Öyle ince ince, eğri eğri değil, dağı da denizi
de sisinde, kurşunisinde yok edeni, yer ile gökleri birleştireni, yaşanmışı da
yaşanmamışı da alt üst edeni, ufuk çizgisini silip süpüreni. Kamçı gibi döveni.
Ürküteni. Serin suyun kuru toprağa inmesinde seyredilirmiş yağmurun en güzeli.
Tamam, suyun toprağa karışması var. Lâkin gözden kaçanı, ırmağa, göle yağan
yağmur var. Hele hele, yalnızca suyun kıyısında yaşayanlar bilir, yağmur bu,
denize düşmesi var. Suyun su üzerinde rengi, biçimi, harikulâdesi var. Suyun
suya karışması var. "Suyun ahlâkı temizdir ateşe bir tek o karşı
koyabilir", diyor Bachelard Ateşin Psikanalizi'nde.
Ateşten bahsederken
suyu anmadan olmuyor yani. Ateşe karşı su var. Kadim bir hikâyenin süreğinde
yağmurun azap günlerinin üstüne inmişliği var. Gaflete merhamet edeni, hatanın,
günahın, yanılgının azabını pirüpak, cehennem narını "serinlik
selâmet" edeni var. O yağmazsa bu acıya katlanılmaz, olanı var.
Lâl ü
ebkem değil yağmur. Sese ses vermesi var. Onca kırılmış ümidin ama yine de
tükenmemiş güzellik niyetinin üzerine inmesi var. Göz pınarına düşeni, yanaktan
süzüleni, kana tere karışanı, her hikâyenin sonunda yağanı var. Hüznün iflâh
olmaz heveslilerine hayat. Güneşten sonra yağanı, yağdıktan sonra güneş
açtıranı, bulutlarıyla cennet hatırası kılınanı. Ama daha çok hayat. Demem o ki
kardan sonra yağarsa bir hayal kırıklığına dönüşmesi var.
Her şey gibi yağmur
da aynı anda iki şey; iki kişiliği, iki hüviyeti var. Yılanın ağzında ağu,
istiridyenin karnında gevher, Mevlevi tasında şifa. Yüzünü rahmetken zahmete,
nimetken eziyete çevirmesi, lûtfederken külfet etmesi, can suyu verirken
çürütmesi var. Yarı yollarda koyanı, sel olup boğanı, sabah yağarsa
korkulmayanı, akşama kalırsa Allah korusun, olanı. Dalga dalga üstüne, dereleri
yataklarından boşaltanı, ırmakları taşıranı var. Yağmur bu, içinde kendi
tezadı, kendi cehennemi. Kerbelâ'ya ineni, Tufana ekleneni.
Bu kadar çok hale
bu kadar az isim. Besbelli yağmura ilişkin henüz öğrenilmemiş isimler var.
Nazan Bekiroğlu Tüm Yazıları |
Hiç yorum yok: